KÜÇÜK BALIK
Çok yoksul bir adam dere kıyısında, suya daldırdığı kamışla balık tutmaya çabalıyormuş. Bütün isteği, evde aç bekleyen çocuklarına karın doyuracak birkaç balık götürmekmiş. Ama saatler saatleri kovalamış, kamış ucundaki oltaya bir tek balık bile gelmemiş.
Akşam karanlığı havayı sararken tüm umutları sönmüş adamın. Tam kamışı sudan çekecekmiş ki olta bir sallanmış, sonra bir daha. Adam sevinçle kamışı sudan çıkarmış ve olta ucunda sallanan minik bir balık görmüş. "Eh, ne yapalım. Kısmet bu kadar" diyerek balığı özenle oltadan çıkarmış. Ve dile gelmiş küçük balık.
- Acı bana ey insan! Acı ve canımı bağışla! Çünkü henüz yavru balığım ben. Bak, parmak kadar bir şeyim. Etim doyurmaz seni. Ne olur bağışla canımı!
Bu sözler dokunmuş adama. Balığı yeniden sulara salacakmış ki, evde kendini bekleyen aç çocukları gelmiş gözleri önüne.
- Yoo, demiş. Seni bırakamam. Çocuklarım günlerdin aç. Belki ufaksın ama bizim bu geceki rızkımızsın sen...
Balık yeniden söylenmiş yalvararak.
- Canımı bağışlarsan bir gün ben de sana bir iyilikte bulunurum. Söz veriyorum. Hadi sal beni. Hadi! Adam suya eğilmiş, balığı usulca bırakmış ve ardına dönüp bomboş ellerle eve doğru yürümeye başlamış. Bir yandan da kendi kendine gülüyor, söyleniyormuş.
- Bir balık bir adama ne iyilikte bulunabilir ki? Aklı sıra kandırdı beni. Ama olsun, parmak kadar bir şeydi. Bir gece daha aç yatsak ölmeyiz ya. Allah kerimdir elbet...
Aradan günler, aylar geçmiş. Yoksul adamın şansı dönmüş, işleri düzelip yaşamı rahata ermiş. Çocukları artık aç girmiyormuş yatağa. Evi, bağı bostanı olmuş adamın. Kümesinde horozlar ötüyor, ağılında kuzular meliyormuş. Kısacası, mutlulukla sarmaş dolaş bir yaşama girmişler çocuklarıyla.
Bir gün uzaklardaki akrabalarını göresi gelmiş ve çocuklarıyla vedalaşarak yola düşmüş adam. Bir gemiye binmiş, engin maviliklere açılmış.
Güzel bir yolculuğun ikinci günü bir rüzgâr, bir fırtına kopmuş havada. Dalgalar dağ gibi kabarmış, gemi bir kuru dal benzeri savrulmuş oradan oraya. Ve yolu üzerindeki kayalardan birine bindirip orta yerinden ikiye bölünmüş. Ne varsa gemide denize dökülmüş. Bağrışmalar, ağlaşmalar, çırpınmalar yürek paralar olmuş.
Adam birden dev dalgaların ortasında bulmuş kendini. Sulara batıp batıp çıkıyormuş. Tutunacak, canını kurtaracak bir şey de bulamamış çevresinde. Gücü dermanı tükenmiş, umutsuzca bırakmış kendini. Tam dibe batıyormuş ki, bir ses duymuş yanı başında.
- Bin sırtıma. Hadi çabuk! Hayretle suya bakmış, bacakları arasında kocaman bir balık görmüş. Ses ondan geliyormuş. Bacaklarını açıp sırtına binmiş balığın. Balık hızla su yüzüne çıkartmış adamı ve kıyıya doğru yüzmeye başlamış. Neden sonra bir kumsala gelip durmuşlar. Adam balığın sırtından inmiş ve eğilip kulağına yanaşmış onun.
- Canımı kurtardın benim. Sana borcumu nasıl ödeyebilirim?
Balık sudan çıkarmış başını bir an.
- Ödedin ey insan... Derede yakaladığın o parmak kadar balığın canını bağışlamakla ödedin geçmişte. Şimdi borcunu ödeyen benim. Hadi hoşça kal!
Balık yüzerek açıklara gitmiş, derinlerde gözden kaybolmuş. Kıyıda kalan adam kumlara diz çöküp ağlamış uzun uzun. Sonra ellerini açıp Allah'ına seslenmiş.
- Bağışla beni. Bir balık bir adama ne iyilikte bulunabilir diye sual etmiştim. Yanılmışım Allah'ım çok yanılmışım... O günden sonra hep iyilik etmiş. Ve hiçbir zaman yaptığı iyiliğin yerini bulup bulmayacağı hesabına girmemiş... |