BONCUK DEDE
Ne gökte ne de yerde, şimdi unuttum nerde... Kurtlar kuzuyla kardeş, arslanlar ceylâna eş. Çiçek- böcek el ele, öfke yele kin sele. Böyle başlar bu masal, susun dinleyin hele...
Bir Cano varmış küçücük bir de onun dağ yolu üzerindeki kulübesinde tek başına yaşayan biricik dostu Boncuk Dede.
Pamuk gibi ak sakalları üzerinde iki mavi boncuk benzeri parıldayan yüzünden, bu adı Cano koymuş ona.
Bir gün kırlarda geziyor, kuşlarla, böceklerle söyleşiyormuş Cano. Dağa uzayan patika yol kıyısında küçük bir kulübe görmüş. Merakla yürümüş, açık kapıdan başını uzatmış ve ak sakallı, mavi gözlü tonton bir dedeyle göz göze gelmiş. Dedenin yüzü o kadar aydınlıkmış ki hiç korkmamış Cano.
- Günaydın dede! Diye seslenmiş.
Dede içeriye buyur etmiş Cano'yu ormanda toplandığı çam balından, böğürtlen, ahlat ve adını bilmediği türlü yemişlerden ikram etmiş. Bu kulübede yıllardır yalnız yaşadığını ve bundan hiç sıkılmadığını söylemiş. Ama ayrılırken de fırsat buldukça küçük çocuğun kendisini ziyaret etmesini tembihlemiş.
İşte, böyle başlamış Cano ile boncuk Dede'nin dostlukları.
İkinci gelişinde dede adını sormuş Cano'ya. O söylemiş. Ama dede kendi adını daha fırsat bulamadan Cano atılmış:
- Senin adın da Boncuk Dede olsun, demiş.
Dede pek sevmiş bu adı. Cano'yu da pek çok sevmiş. Giderek aralarında gerçek bir dede torun sevgi ve sıcaklığı doğmuş. Cano da artık her gün Boncuk Dede'sini görmek için kulübeye gelmeye başlamış.
Bir gelişinde Boncuk Dede sormuş Cano'ya:
- Dünyada en çok neye sahip olmak istersin küçük dostum?
Cano, kulübenin önünden başlayarak uzayıp giden yeşil kırlara dikmiş gözlerini.
- Bir atım olsun isterim dede. Ona binip şu kırlarda rüzgâr gibi uçmayı çeker canım. Kuşlarla, ceylânlarla yarışmak isterim.
Dede, Cano'nun başını çekmiş, göğsüne bastırmış.
- Keşke bir atım olsaydı da verseydim sana. Keşke!
Aradan günler, aylar geçmiş. Cano ile Boncuk Dede'nin dostluğu daha bir büyümüş, güçlenmiş. Cano da artık gelişlerinde annesinin pişirdiği kurabiyelerden, kekler ve böreklerden getirir olmuş Boncuk Dede'ye. Dede, dönüşte bir sepet asarmış Cano'nun koluna. Sepette baldan yemişe ve nazlı kır çiçeklerinden kadar her şey bulunurmuş. Yağmurlu, soğuk bir sonbahar günü yine Boncuk Dede'sine gidiyormuş Cano. Dağ yoluna henüz girmiş ki, karşısına kocaman bir boz ayı çıkmış. Cano kaçacak olmuş, ayı homurdanarak önüne geçmiş. Sonra keskin dişlerini gösterip yürümüş Cano'nun üzerine. Cano ağzını açmış, tüm gücünü boğazına verip haykırmış:
- Boncuk Dedeee! Boncuk DedeeeeeeL
Ses taşlara kayalara çarpa çarpa yankılanmış, varıp küçük kulübeye ulaşmış. Boncuk Dede sesi alıp doğrulmuş; sonra bir yel olup gelmiş, dikilmiş boz ayının karşısına.
- Dur bakalım kocaoğlan! O küçücük fidan daha. Canın mutlaka bir insan yemeyi çektiyse al, beni ye! Ben ona göre yaşlı bir çınarım. Ama o fidan çiçeklenecek, meyve verecek daha. Hadi kocaoğlan, gel!
Ayı Boncuk Dede'nin üzerine atılmış, yere yıkmış. Boncuk Dede son bir güçle haykırmış Cano'ya:
- Kulübeye koş küçük dostum. Köşedeki kilimi kaldır, altındakini al. Senindir o.
Başka bir şey demeye fırsat bulamamış. Ayı koca pençeleriyle Boncuk Dede'yi parçalamış, yemeye başlamış.
Cano ağlaya ağlaya kulübeye koşmuş. İçeri girip köşedeki kilimi kaldırmış ve "Anneciğiiim!" diye haykırmış.
Kilimi altında, Boncuk Dede'nin bir meşe kütüğünden aylar boyu gece gündüz oyarak yaptığı çok güzel bir tahta at varmış.
|